Şirk ve tehlikeli sözler

Çünkü bir kimseyigörmekle Cennetlik veya hacı olunmaz. Bu bakımdan böyle söylemek yanlıştır. 5-(Haram ama seviyorum) demek haram olur, küfür olmaz. Bu sözler, her işte tedbir almayı bildiriyor. Tedbir almazsan,(Allah kayıramaz) değil, (Kayırmaz) deniyor. (Allah onu koruyamaz) denmiyor,(Korumaz) deniyor. Ohoca, mezhepsizliğe ve bâtıl yollara karşı olduğu için, Muhammed aleyhisselamın övülmesine tahammüledemeyenler, bir bahaneyle ona saldırıyorlar.

İbrâhim’in dini üzere olmaya çalışan az sayıdaki Hanîfler gibi düşünüyordu. Ancak ne yapacağını bilememenin ıstırabıyla inzivaya çekildi ve risâletinin birkaç yıl öncesinden itibaren ramazan aylarında dedesi Abdülmuttalib ile diğer bazı Kureyşliler’in yaptığı gibi Hira dağındaki mağarada münzevi bir hayat yaşamaya başladı. Yiyeceği tükenince şehre iniyor, fakirlere yardımda bulunuyor, Kâbe’yi tavaf ediyor ve yiyecek alarak mağaraya dönüyordu. Zaman zaman Hatice’yi de yanına alıyordu. Âişe, Resûlullah’a gelen vahyin sâdık rüyalarla başladığını, Hira mağarasına da ondan sonra gittiğini nakleder (Buhârî, “Bedʾü’l-vaḥy”, 3, “Tefsîr”, 96/1; Müslim, “Îmân”, 252). Abdülmuttalib, Muhammed’e gereken ihtimamı gösterdi. Dârünnedve’deki toplantılara başkanlık ederken yanına aldı, ona baba şefkatini ve sevgisini hissettirdi. Abdülmuttalib ölümünden önce, sekiz yaşında olan Muhammed’in bakımını Abdullah ile anne-baba bir kardeş olan Ebû Tâlib’e vasiyet etti. Ebû Tâlib, Muhammed’i çocuklarından daha fazla sevdi, onun uğurlu olduğuna inandı ve iyi yetişmesi için gayret sarfetti. Peygamber’in ikinci annem dediği hanımı Fâtıma bint Esed de ona kendi çocuklarından daha çok ihtimam gösterdi. Ebû Tâlib nübüvvetten sonra da yeğeninin yanında yer aldı ve kendisini korumak için elinden geleni yaptı. Muhammed, dokuz (veya on iki) yaşında iken ticaret amacıyla Suriye’ye giden amcasına katıldı.

Dua ederken verir misin denmez ver denir. Ver demek emir değil,rica ve arzudur. Görüldüğügibi, Muhyiddin Arabi gibi zatların La mevcude illallah demeleri, tekfircininsandığı gibi kâinatta gördüğümüz her şey Allah demek değildir. Onlar hayâlmertebesinde yaratılmıştır demektir. Allahü teâlâyayaklaşmak demek, O’nun sevgisini ve rızasını kazanmak demektir. Birine, yakındostum demek, evimiz yakın, beraber yaşıyoruz demek değil, dostluğumuz iyidemektir. Allahü teâlânın yakınlığını daböyle anlamalıdır.

  • 14-Tekfirci, (“İbrahim aleyhisselam hayatında üç kere yalan söyledi” demekküfürdür) diyor.
  • Müslümanların hiç­bir cihetle mal ve can güvenliği kalma­mış, küfür ahkâmı yüzde yüz tatbik edil­miştir.

Yüzyıldan itibaren Rumeli ve Balkanlar’daki ihtidâ ve fetihlerde de dikkate değer bir etkinlik göstermiştir. Endonezya adalarına da Arap, İran ve Hint asıllı tüccarlar vasıtasıyla giren İslâmiyet önce Sumatra ve Cava’nın liman şehirlerinde etkili oldu; bilhassa XIII. Yüzyıldan itibaren ticaret, yerli kadınlarla evlilik ve tarikatlar vasıtasıyla hızla yayıldı. Yöneticiler ve yerli halkın toplu ihtidâsıyla devam eden bu süreç içinde sonraki yüzyıllarda bölgede birçok müslüman sultanlık ortaya çıktı. Peygamberlere iman bazı farklılıklara rağmen bütün ilâhî dinlerde mevcuttur. Yahudilik’te Tanrı’nın peygamber aracılığıyla konuştuğu, Mûsâ öncesi ve sonrası peygamberlerin varlığı hususu bir inanç esasıdır. Ancak Malaki sonrasındaki peygamberler kabul edilmediği gibi her üç dinde ortak olan bazı peygamberlerle ilgili olarak peygamberlik misyonu ile bağdaşması mümkün olmayan iddialar ileri sürülmektedir. Hıristiyanlık kendinden öncekileri benimseyip sonrasını reddetmekte, ayrıca peygamber kavramına farklı anlamlar yüklemektedir. İslâm ise bütün peygamberleri tasdik etmekte, peygamberlere imanı müslüman olmanın şartı saymakta, onlara dair gerçek dışı iddiaları kabul etmemektedir.

İlk zâhid ve sûfîler gerek dünyaya karşı mesafeli durup âhirete yönelme, gerekse daha çok ve daha nitelikli ibadet etme bakımından Resûlullah’ı örnek alıyor ve bu tutumlarını ahlâkî davranışlarında da sürdürüyorlardı. Allah’ı görüyormuş gibi ibadet eden takvâ sahibi bir mümin olmak (Buhârî, “Îmân”, 37; Müslim, “Îmân”, 1) onların gayeleriydi. Zühd ve fakrı tercih edip Allah’a çok şükreden bir kul olmak için gecenin bir bölümünü ibadetle geçiren Hz. Peygamber’i (Buhârî, “Teheccüd”, 6; Müslim, “Münâfiḳīn”, 79) örnek alıyor, onun izinden giderek kurtuluşa ereceklerine inanıyorlardı. Bundan dolayı farzların yanı sıra nâfile ibadetleri de yerine getirmeye çalışıyor, ayrıca hak hukuk gözetmede hassasiyet gösteriyorlardı. Peygamber’in şahsiyeti, bilim ve düşünce adamlarının çeşitli konulardaki görüşleri için de örnek teşkil etmiştir. İslâm âlimleri arasında daha çok hadisçi ve fıkıhçıların ahlâk anlayışı ve dünya görüşleri üzerinde Resûl-i Ekrem’in ahlâk ve yaşayışının formel yanı etkili olmuştur. Nitekim bunların yazdığı ahlâk kitapları çoğunlukla “âdâb” tarzında eserlerdir. Bunlarda hayatın çeşitli alanlarıyla ilgili davranışların âdâb ve erkânı Peygamber’in davranış tarzı örnek alınarak işlenir. Hadis mecmualarının “edeb”, “birr”, “iʿtiṣâm” gibi başlıklar taşıyan bölümleriyle Buhârî’nin el-Edebü’l-müfred’i, Ebü’ş-Şeyh el-İsfahânî’nin Aḫlâḳu’n-nebî ve âdâbüh adlı eseri, Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī’nin el-Âdâb’ı sayısı yüzlere varan bu tür eserlerden bazılarıdır.

Print Friendly, PDF & Email